Nature dergisinde 3 mart 2015 yayınlanan yazıya göre :
2. Dünya Savaşı bitimi öncesi ve sonrasında nükleer araştırmalara dahil olan bilim insanları, tarihsel ve kültürel cazibenin özneleri olmaya devam ediyor.
Neredeyse 70 yıldır, Hiroşima ve Nagazaki’den beri nükleer bombanın askeri, tarihsel ve kültürel etkileri halkın bilincine siki bir şekilde takılı kaldı. ”Mantar” bulutları fotoğrafları, nükleer silahlarla donanmış ülkelerin hala dünyanın jeopolitik manzarasının şekillenmesinde önemli bir rol oynayan yıkıcı güçlerinin etkili hatırlatıcıları olarak hizmet ediyor.
Nükleer bombanın yapımı fizikçiler için genel olarak karmaşık duyguları beraberinde getirmiştir. Nükleer bombayı ortaya çıkarmada ana rolü üstlenen fizikçilerdir. Öte yandan onun korkunç gücünün farkına varan ilkler arasında da yer alırlar. Bu ikilem Manhattan Projesi’nin bilimsel ayağının başı olan ve 1945 yılının temmuz ayında atomu ilk kez test etmek için yapılan Trinity teste tanık olan Robert Oppenheimer tarafından Hint kutsal kitabından bir alıntıyla somut bir bicimde örneklenmektedir : “Ben, dünyaların yok edicisi, simdi Ölüm oldum.”
Oppenheimer ve Manhattan Projesi 2. Dünya Savaşı’nın bitimine ve Nükleer çağının başlamasına sebep olan olayların popüler hikayelerinin kesin olarak parçası haline gelse de diğer pek çok olay halk tarafından pek az bilinir. Fakat, “The Big Bang Theory” tarzındaki komedi dizilerinin doğruladığı gibi bilim insanlarını televizyon ve sinema ekranlarında doğru bir şekilde tasvir eden yapımlara istek söz konusudur. Savaş ile alakalı yıldönümlerinin yaklaşmasıyla beraber 1940lardaki nükleer araştırmaların büyüleyici tarihine ışık tutan ve önem atfeden kültürel organizasyonlar için simdi iyi bir zaman !
Ingiltere, Stratford-upon-Avon’da Royal Shakespeare şirketi tarafından ortaya koyulan yeni bir oyun, Tom Morton-Smith’in Oppenheimer’i, bu noktada yerinde bir örnek. Iulia Georgescu’nun bu konuyla ilgili değerlendirmesinin 208. sayfasında betimlediği gibi oyun sadece gelmiş geçmiş ilk büyük bilim projesinin ilginç önemini ortaya koymuyor ayni zamanda Manhattan Projesi’nde çalışan bilim insanlarının o zamanlar hissettikleri heyecan, baskı ve endişelerin gerçekçi tanımlarına ve de bu projenin nihayetinde bombayı göndermede başarılı olmasına ekip çalışması ve idari mükemmelliğin katkıda bulunduğuna da değiniyor. Bu bağlamda, bu bilim insanlarının amaçlarının farkına vardıklarında artık gerçekleri anlamalarının büyüyen duygusu ve bu masumiyetin kaybolması halk tarafından hissedilebilir. Zincirlerini kirmiş bilgi artık bilinmeyen değildir.
Birleşik Devletler hükûmeti tarafından yürütülmüş olması ve Los Alamos’la alakalı olmasına rağmen, endüstriyel ölçekteki nükleer araştırma programlarının oluşumunu daha geniş kapsamlı düşünmek de ilginç. Birleşik Krallık 1940’larin başında çoğunlukla iki bilim insani, Rudolf Peierls ve Otto Frisch, sebebiyle kısa bir sure için bu anlamda başı çekiyordu ve bu iki bilim insani nükleer zincir reaksiyonu için gereken uranyum miktarının yaklaşık olarak 5 kilogram olduğunu fark eden ilklerdir ki bu miktar öncesinde düşünülenden çok daha azdır. Fakat 1940’in mayıs ayından sonra ayrıca nükleer teknolojiye ilgisi olan bir başbakan Winston Churchill suretiyle basa gelmiştir. Onun az değer verilmiş bilim mirası Londra Bilim Müzesi’ndeki Churchill’in Bilim İnsanları (Luke Fleet tarafından 209. sayfada değerlendirilmiştir.) sergisinin temasıdır.
Az bilinmesine rağmen atom bombasının geliştirilmesi için yapılan yarışta Britanya’nın rolünün tarihi Graham Farmelo’nun Churchill’in Bombası adli kitabında yakın zamanda incelenmiştir. Her ne kadar bu kitapta Atlantik’in iki tarafındaki diplomatik yanlış anlamalar ve kaçırılmış fırsatların resmi çizilmiş olsa da, eğer gerçekleşmiş olsaydı Tube Alloys olarak bilinen İngiliz atom bombası projesinin Manhattan projesinin daha odaklanılmış ve kapsamlı hali olması kaçınılmazdı. Ve neticede yoğun bir bicimde 2. Dünya Savaşı’nı takip eden Soğuk Savaş sırasındaki silah yarışı gerginliğini hafifletmekle meşgul olmasına rağmen, şüphesiz ki Churchill, Birleşik Krallıktaki hükümet destekli bilim ve teknolojinin ilk ve etkili şampiyonudur.
Savaş sırasında müttefiklere rağmen, nükleer silahlar tarafından canlandırılmış Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği arasındaki yükselen politik ve askeri gerilim kısa zamanda Soğuk Savaşa yol açtı. Half-Life’ta sayfa 207de Andrea Taroni tarafından incelenmiştir, Frank Close, savaş zamanı Sovyetler Birliği safına geçmek için nükleer projelerine dahil olan tek batılı bilim insani Bruno Pontecorvo’nun hikayesini anlatıyor. Bu biyografiden çıkarılacak şey onun parlak bir fizikçi ve karmaşık bir adam ve de saf değiştirmek icin bir çok olası sebebinin olduğudur. 1940larda bir çok meslektaşı gibi faşizmden tiksinmesi ve enternasyonal bakış açısı onun komünist ideallere sempati duymasıyla sonuçlandı. Fakat bu idealler bugün de görülebileceği gibi, en azından bombanın icadının yarattığı etik ikilemle karşılaştırıldığında Pontecorvo’nun herhangi bir ahlaki yargılaması neredeyse bu konunun dışındadır.
Her fizikçi öyle yada böyle Modern Fizik’in bu doğuştan var olan sucu ile yasamak zorundadır. Fakat ,hiçbir şekilde temel araştırmaları yürütmek için tek bir şablon olmamasına rağmen, su anda CERN gibi büyük bilim projeler uluslararası işbirliği ve doğanın iç çalışmalarını temel şekilde kavrama başarısıyla eşanlamlıdır. Belki de bu inanılmaz çabaların sebebi saf merak olduğu kadar bir telafi arayışıdır.
Kaynak: http://www.nature.com/nphys/journal/v11/n3/full/nphys3287.html